Anlayan anlatsın anlamayana
“Cevap veriyorum zamanla her şey geçer diyen akıllılara; geçen tek şey zamandır, anlayan, anlatsın anlamayanlara.” (Cemal Süreya)
Bu geçen bizim zamanımız; başlangıcını en masum halimizle yaşadığımız, bazı senelerinde tozpembe hayaller kurup büyük bir kısmını beyhude amaçlar için harcadığımız.
Nedense en aciz halinde geliyor insanoğlunun aklı başına. Tam olgunlaşıp çözdüğünü düşünürken hayatın sırlarını, göz açıp kapayana dek geliveriyorsun elli-altmış yaşına.
Her biri altın değerindeyken saatlerin, günleri bir pula değişmişiz. Zaman gelip geçerken biz hep birbirimizle didişmişiz.
Geriye dönüp de pişmanlıkları yok etme imkânımız olsaydı hangisinden başlardık ilkin? Şimdilerde bol nasihat yüklü kelamlar ederken, bir zamanlar bize masal gibi gelen o sözleri dinlemekten nefret eden gençler değil miydik biz?
Zamanı geriye döndürebilecek bir kudret olsa, kendi hesabıma, sımsıkı sarılmak isterdim yitirmiş olduğum insanların boynuna.
Af dilemek istediğim o kadar çok kişi, bağışlanmasını dilediğim onlarca günahım var benim.
Kadrini kıymetini yaşarken bilemediğim, kalbimin bir köşesinde sakladığım, sevgi dolu gözleriyle rüyalarımda buluştuğum, sıcaklığını özlediğim insanlar geliyor aklıma.
Biliyorum ki herkes aynı şeyleri düşünüp farklı yüzleri görüyordur şu anda.
Oysa hayat beklenmedik bir zamanda, hiç hesapsız, gelişine vurur ve insanı bilmediği uzaklara savurur, ayrı koyar sevdiklerinden, köreltir duyguları, birçok şeyi unutturur.
Unutmuş olmak acıtır içini neyi unuttuğunu anlayınca; unutulmak da öyle, yüreğinden bir türlü atamadıklarını hatırlayınca.
Sebepsiz, amaçsız, hedefsizce yaşanılan ve bugünlerde tebessüm ettiren birer hatıra olarak anılan zamanların değerini hesaplamak anlamsız geliyor şimdi.
Ömür su gibi akıp giderken bir geçit törenine katılmışçasına bilincimizde canlandırdığımız o insanlar bir zamanlar vardılar.
Önce dedeler, nineler; sonra dayılar, amcalar ve teyzeler; sesleri kulaklarımızda çınlayan o nesil, o kalender abiler, şimdi nerelerdeler?
Bir süreç ki sonu gelmez değildir asla, nefesler kesilecek gibi olur her birinin ardından tutulan yasla.
Ömür biter elbet ama aslında biten insandır. Üzüntü ve gözyaşı yalnız kalma korkusuna karşı âdeta bir isyandır.
Kıymeti yok artık yalnızlığa doğru yürünen bu zorlu yolun, en yakınındakine bir bak, dokun ve bir süre onun omzunda kalsın kolun.
Senden sonra da ismin yâd edilsin istersen eğer, harca yegâne servetin olan sevgini cömertçe, inan ki buna değer.
Bakın yine şiir gibi oldu cümlelerim, demek ki henüz terk etmemiş beni yıllarca dağarcığımda saklayıp baştan savma bir şiire tutsak etmediğim kafiyelerim.
Zamanın ötesi yok, başlangıç ve bitiş arasındadır yaşanan her ne varsa.
Ne olurdu sıkılmış yumruklar gevşeyip açılsa ve insanlar birbirlerine sevgiyle sarılsa.
Belki yazdıklarım size biraz devrik, çokça savruk görünebilirler, ama inanın ki birçoğu yazarken değil, yaşarken savrulup devrildiler.