Toplumun Enerji Tükenişi: Umutsuzluğun ve Adaletsizliğin Gölgesinde
Son günlerde yaşanan olaylar, hepimizin gözleri önünde cereyan ediyor. Bir haftadır içimizde oluşan bu ağır atmosfere nasıl bir ad verebiliriz, bilmiyorum. Sanki toplumun enerjisi tükeniyor. Umutsuzluk ve çaresizlik her yanı sarmış gibi; insanlar artık hayata dair umutlarını kaybetmiş durumda. Ancak bu büyük tehlike, göz ardı ediliyor. Yaşananlar süslü cümlelerle savuşturulmaya çalışılıyor. Oysa gerçekler ortada: Kadın cinayetleri, çocuk istismarları, hayvan katliamları... Liste uzayıp gidiyor.
Bu noktada sorulması gereken soru, "Ben ne yapabilirim?" değil, "Biz ne yapabiliriz?" olmalı. Televizyon karşısında "vah vah" demek, durumu değiştirmeye yetmiyor. Korkunun ecele faydası yok, bu da ortada. O zaman neden sessiz kalıyoruz? Kötülüğe karşı susmak yerine, cesaret göstermeliyiz. Haklıyı, güç sahibinden ayırmayı bilmeliyiz. Korkuyu geride bırakıp, cesurca adımlar atmalıyız.
Tabii tüm bu sorunların yalnızca bir boyutu var. Asıl büyük problem ise derinlerde yatıyor. Bana göre bu problemin kökeninde gelir adaletsizliği var. Hiç kimse başkasının parasında gözü olmadığını söylese de, biri köpeğine antrikot yedirirken, diğeri 100 gram kıymayı utanarak istemek zorunda kalıyorsa, burada büyük bir sorun vardır. Ya paylaşmayı bilmiyoruz ya da birileri açgözlülükten doymuyor.
Sevginin yayılmadığı bir toplumda, adalet de kalıcı olmaz. Hepimizin sorumluluğu var. Bireysel olarak değil, toplumsal olarak bu sorunların üzerine gitmeliyiz. Paylaşmanın ve adaletin olmadığı bir yerde huzur aramak imkânsız.